1.Bölüm: Ona açılmalı mıyım?
Yukarıdaki kutunun içinde; kafeye ikinci defa gelen, temiz giyimli, üst düzey gibi görünen misafirden duyduğu ve not aldığı söz yazıyor.
...
Yukarıdaki kutunun içinde; sürekli cüzdanında sakladığı bir söz yazıyor. Bu sözü, pikniğe gittikleri dağda, cüzdanından çıkarıp okuyor.
...
Pencere kenarındaki masada oturan üç kadın, kahvelerini içiyordu. Yan masada oturan adamlardan biri kalktı, onlarla ayaküstü biraz sohbet ettikten sonra, dışarıdaki bir sandalyeye oturdu. Üç gün sonra okullar yaz tatiline başlayacak ve bir yıldır ilgisini çeken kadın, kendi memleketine dönecekti. Eğer üç gün içinde bir adım atamazsa, onu bir daha görmek ve konuşmak mümkün olmayabilirdi. Onu tamamen kaybedebilirdi. Çünkü gelecek yıl burada olmayacaktı.
Onunla ilgili duygularını ve ne yapması gerektiğini tam olarak bilmiyordu. Kararsızlık yaşıyordu. Mantığına uymayan, kafasına yatmayan konular vardı. Kadının duygu ve davranışlarını da çözememişti.
Kafenin güzel bir manzarası vardı. Her yönüyle huzur veren bu mekan, herkes tarafından bilinmiyordu. Gelenler de azdı. Kafe sahibi, üniversitede mühendislik eğitimi aldıktan sonra iş dünyasına atılmış, beş yıl boyunca maddi ve manevi olarak görmesi gereken her şeyi gördükten sonra, daha sakin bir hayat yaşamak için bu işi tercih etmişti. Kafeye gelenleri yakından tanır, sohbet ederdi. Kafe çalışanları boş bile olsa, bazen kahveleri kendisi götürürdü. Kendi hazırladığı çayı veya kahveyi sunması, kafeye gelenlerin de keyf alarak ve dinlenerek içmesi, ona huzur veriyordu.
Dışarı çıkıp sandalyeye oturan genç adam, karşıdaki bir yere bakıyor gibi görünüyordu ancak çok düşünceli olduğu halinden belliydi. Ara sıra telefonu ile meşgul oluyor gibi yapıyor, sonra yine düşünüyordu.
Kafeci'nin sürekli gördüğü bu kişiler, aynı iş yerinde çalışıyordu. Dışarıdaki sandalyede düşünen genç adam, masadaki kadınlardan biriyle, son haftalarda daha çok ilgilenmeye çalışıyordu. Kafeci, iki çay hazırlayıp adamın yanına oturdu. O da bu ilgiyi biraz fark eder gibi olmuştu ama bir şey bilmediği için emin olamıyordu. Yanına oturdu ve tatil hakkında biraz konuştular.
Son gün olduğu için, adamın duyguları iyice yoğunlaşmıştı. Lise çağındaki gençler gibi, karşısındaki kadını kaybetmekle kazanmak arasındaki heyecanı yaşıyordu. Ya kaybedecek ya da bundan sonra iletişimleri devam edip her şey yolunda ilerleyecekti. Bir yıldır onu görüyor, konuşuyor ve aynı ortamlarda bulunuyordu. Ama şimdiye kadar hiç böyle heyecanlanmamıştı. Ona açılmak, duygularını ifade etmek, çok zor geliyordu.
Son saatler yaklaşmıştı. Herkes birbiriyle vedalaşacak ve yola koyulacaktı. Bazı arkadaşları tatil için çoktan yola çıkmıştı. Adam, kadının etrafının boş kalmasını bekliyordu ama boş kalsa bile, hala onunla içtenlikle konuşma cesareti yoktu. Kadın da bir ara adamın etrafında konuşmak ve vedalaşmak için fırsat kollar gibi dolaştı ancak adamın da etrafı boş değildi. Dakikalar kaldıkça, adamın kalbi uzaktan hissedilecek kadar küt küt atmaya başladı.
Adamın kararsızlığı ve kadınla içtenlikle konuşmaya cesaret bulamaması, onu iyice bunaltmış görünüyordu. Kaybedeceğini düşünmesi, ona acı veriyordu. Kafasının üzerine ağır bir yük konmuş gibiydi. Ne kadar çok heyecanlandığı, kalbinin ne kadar çok hızlı attığı, uzaktan bile belliydi. Kıskanç bakışları, gözlerden kaçmıyordu.
Genç adam, Kafeci ile bir süre daha oturduktan sonra, yine geleceğini söyleyerek ayrıldı. İlgilendiği kadının henüz gitmeyeceğini düşünüyor olmalıydı ki arabasına binip sessizce uzaklaştı. Giderken, belki de bu onu son görüşüm olabilir diye düşünerek kadına baktı... Kadın, başka biriyle konuşuyordu ve giden arabayı görmedi.
Bir insanın hayatında, bu kadar ağır sıkıntı altında kaldığı anlar çok azdır. Bu da onlardan birine benziyordu. Böyle durumlarda, yeterli dayanma gücü olmayanlar; kalbinde, beyninde veya midesinde ani rahatsızlıklarla karşılaşabiliyor. Düşüncesine, iradesine sahip çıkamayanlar, böyle durumların içine düşebiliyor.
Genç adam, öğleden sonra tekrar gelmedi. İlgilendiği kadının, şimdiye çoktan gitmiş olabileceğini düşündü. Biraz da ne yapması gerektiğine karar verememişti. Bir karasızlık içinde olduğu zaten halinden belli oluyordu. Böylece, duygusal bir vedalaşma olmadığı gibi, resmi bir vedalaşma da olmadı. Ertesi gün aralarında yüzlerce kilometre mesafe oluşmuştu…
Onu kaybetmek ve bir daha göremeyeceğini düşünmek, sonraki günlerde adamın düşüncelerini daha da yoğunlaştırdı. Kaybetmek; aşkı doğurmaya başlamıştı. Bir yıldır sürekli gördüğü, konuştuğu, aynı ortamda bulunduğu kişi, kendisi için olağanüstü ve ulaşılması imkansız bir kadına dönüşmeye başlamıştı…