6.Bölüm: Aşk biter mi? O beni aldatır mı?

    Aklındaki kadını anlamaya çalıştıkça ve onu düşündükçe, kadınlarla ilgili yeni şeyler öğreniyordu. Halasının evinde geçen konuşmaları yeniden düşündü ve biraz araştırma yaptı. Çok kadın tanıdığını söyleyen ve kadınları çok iyi anladığını iddia edenleri bile şaşırtacak bilgilerdi bunlar. Normal görünen ve melek gibi dediğimiz kadınlar, bir süre sonra hayatımızı kabusa çevirebilecek kadar duygusuz ve acımasız çıkabiliyordu…
    Kafeye girdiğinde, masada iki kadın ve şehirler arası otobüs firmasında çalışan bir erkek vardı. Kafeci onlarla sohbet ediyordu. Bir süre sonra gittiler ve Kafeci yanına geldi. Kısa bir hal hatırdan sonra Kafeci anlatmaya başladı:
    “Otobüs firmasında çalışan arkadaşı görünce, yıllar önce karşılaştığım bir olayı hatırladım… Hiç unutamam. Belki de kadınları anlamamı sağlayan en etkili olaylardan biriydi bu... Otobüs yolculuğu ile deniz kenarındaki turistik bir şehre gidiyordum. Önümdeki koltukta genç ve güzel bir kadın vardı. Neşeli, konuşkan ve rahat tavırlarıyla, servis yapan delikanlının aklını başından almıştı. Delikanlı kahve getiriyor, sürekli etrafında dolanıyor, bazen yanında durup kısa sohbet ediyordu. Ara sıra bir isteği olup olmadığını soruyordu. Bu elbette benim ve etrafımdaki diğer yolcuların da dikkatini çekmişti. Her türlü ikram ve ilgiyi kadına sunuyor, kadın da bu ilgiden gayet memnun bir şekilde yolculuğuna devam ediyordu. Delikanlıdaki heyecanı, yüzündeki mutluluğu görmeliydiniz. Dışarıdan bakan biri, yeni başlayan bir aşkın ilk anlarına şahit olduğunu düşünürdü… Ben de öyle düşündüm ve onlar adına heyecanlandım. Hatta onlar için ileriye dönük romantik hayaller bile kurdum.
    Otobüs büyük bir şehrin otogarına girdi. Yolcuları indirip yoluna devam edecekti. Ön koltuktaki o kadın telefonla konuşuyor, bir taraftan da dışarıda kendini bekleyen adamla küçük çocuğa camdan el sallıyordu… Kocası ve oğlu kendini karşılamaya gelmişti… Servis yapan delikanlı, ön taraftaki yolcuların inmesine yardım ederken, kadın koltuktan kalktı, çantasını aldı ve aşağıya indi. Önce küçük oğlunu kucağına aldı, öptü, sonra kocasına sarıldı. Bu sırada servisçi delikanlı da bu manzarayı gördü. Uzun uzun baktı… Yüzünde bir aldatılmışlık duygusu, bir kırgınlık, bir halsizlik oluştu…
    Delikanlı, aşağıdaki yolcuların eşyalarını yorgun ve bitkin bir halde bagajdan çıkarıp yolculara veriyordu. Bir taraftan da kadına bakıyordu, görmesini ister gibi… Duygularıyla nasıl oynadığını ve kendini nasıl kullandığını anlamasını bekliyordu. Acaba beni görüp utanır mı diye bekliyordu… Ama öyle bir kadından bunu beklemesi boşunaydı.
    Biraz sonra kadın, adam ve çocuk arkalarını döndüler, yavaşça yürüyerek uzaklaşıp gittiler. Servisçi delikanlı da hareket eden otobüsün içinden onlara bakıyordu… Ortalardaki bir koltuğa kendini ölü gibi attı, cama yaslandı. Bu yaşadığı durumu kabullenmekte zorlandığı belliydi. Geriye kalan birkaç saatlik yolculukta, onu bitkin ve düşünceli gördüm. Sadece iki defa koltuktan kalktı, yolculara yardımcı olmaya çalıştı… Yaşadıkları nedeniyle yolculara ilgisiz ve kızgın davranıyordu.
    Ben bu olayı hiç unutamıyorum. Bana kadınları öğretti… O kadın normal biri değildi. Kadınlar bir erkekle iletişim kurarken bazen güler yüzlü ve kibar davranır. Çalıştığı işyeri ve görevi gereği, bazı kadınlar özellikle kibar davranmak zorunda kalır. Eğer karşıdaki erkek bu kibarlığı yanlış anlayacak olursa, uygun bir şekilde bunu belli eder. Ama bu kadın farklıydı… Servisçi delikanlı da kadını yanlış anlayacak biri değildi. Burada durum biraz farklıydı. Erkeklerin bu tip kadınlara aldanmamayı ve iradelerine sahip çıkmayı öğrenmesi biraz zor oluyor…”
    Kafeci bunu anlattıktan sonra, yanında çalışan elemanlardan biri konuşmaya dahil oldu:
    “Daha önce bir süre barda çalışmıştım. Bana göre değildi. Yapamadım ve ayrıldım. Orada çalışan kadınlar, bara gelen erkek müşterilerle çok samimi konuşur, onları dinler, ilgilenir ve sürekli gelmelerini sağlar. Her erkeğe, sadece ona aitmiş gibi davranır… Bunu her erkek bilir ama yine de aldanır.”
    Kafede çalışan eleman, son cümleyi söyledikten sonra, oturduğu sandalyede geriye doğru yaslandı. Sonra sessiz bir şekilde o cümleyi bir daha tekrar etti:
    “Her erkeğe, sadece ona aitmiş gibi davranmak…”
    Sonra konuşmasına devam etti:
    “Sık sık bu yüzden sorunlar yaşanıyordu. Kavgalar, cinayetler, bir sürü olaylar. Gazetelerde, haberlerde hepsi çıkmıyor. Son olayda, adamın biri barda çalışan kadınlardan birine aşık oluyor, kendini kaptırıyor. Kadının işi bu... Ama adam, kadının kendisiyle ilgilendiğini, sevdiğini zannediyor. Daha sonra adam iflas edip parasız kalınca, kadın onunla sohbet etmeyi bırakıyor. Bir gün dışarıda kadınla karşılaştıklarında, aralarında tartışma çıkıyor ve olay maalesef cinayetle bitiyor.”
    Kafede çalışan eleman konuşmaya devam etti:
    “O yıllarda oturduğum evin karşısında bir apartman vardı. Otel mi, yoksa eşyalı kiralık daire mi, belli değildi. Şehrin göbeğindeki bu binaya, akşam olduğunda, ticari taksiyle bazı kadınlar gelip yerleşirdi. Kadınlar, binaya gönderilen erkeklerle para karşılığı birlikte olurdu. 4-5 daire bu iş için kullanılıyordu. Aşağıya baktığımda; apartman önünde bekleyen erkeklerin ezikliği, elleri ön cepte, sanki önemli bir işi varmış gibi tuhaf tuhaf etrafa bakmaları çok ilginçti… Yüzlerinde biraz utanma, biraz da korku vardı. Bir yerlerden buldukları veya kendilerine verilen numarayı arıyorlar, balkondaki veya camdaki kadınla iletişimi teyit etmeye çalışıyorlardı. Bir kadın, aynı gecede, belirli aralıklarla 3-4 erkeği misafir ediyordu. İğrenç bir durum. Erkeklerden bazıları bunu bildiği halde, ailesinin, çoluk çocuğunun rızkını, 20 dk’lık bu ahlaksızlık için boş yere harcıyordu.
    Apartmanın altında bekleyenler, genelde esnaf ve usta kesiminden, kolay kandırılan insanlardı… Vatandaştan kazandıkları paraları, birkaç ahlakı bozulmuş kadına ve o kadınları çalıştıran kötü adamlara yediriyorlardı… Evet, genelde o işi yapan kadınların başında, o işi organize eden kötü bir adam vardır. Küçük ilçelerin, köylünün parasını; bu tip kadınlar ve alkol satan gazinolar, birahaneler sömürür. Sonra ekonomi neden bozuk diye sebep ararlar… Ülkede basılan parayı belli kişiler sömürüyor. Bu konuda fıkra bile var. Karadenizli Hoca, Cuma günü camide vaaz ediyormuş:
    Hoca: İçmeyin şu zıkkımı. Şehrin en zengini birahaneci. En güzel ev birahanecinin. En pahalı araba birahanecinin. En iyi arsalar, binalar, dükkanlar, birahanecinin…
    Sonraki hafta vatandaşın biri hocanın yanına gelmiş.
    Vatandaş: Hocam, geçen haftaki vaaz çok faydalı oldu, teşekkür ederim.
    Hoca: Ne oldu, bıraktın mı alkolü?
    Vatandaş: Hayır, ben de birahane açtım!..”
   
    Kafede çalışan elamanın anlattığı konular ve fıkra hakkında bir süre daha konuştular. Sonra kadınların dağıtmaya başlama süreci ve aldatma konusuna geçtiler.
    Kafeci:
    “Hep düşünmüşümdür. Bir kadının bozulmaya, dağıtmaya başlama sürecini… Öyle bir anda olmuyor. Önce yanlış biriyle yakınlık ve samimiyet başlıyor, sonra ayrılma gerçekleşiyor. Ama burası önemli işte. Eski bir söz var: ‘Bir iki olmaz, iki üç olur’. Kısa ve anlamlı bir söz. Biri bitirmek çok zor… Bir bitmiş ve iki olmuşsa, bazen arkası da geliyor. İlişkiler de öyle… İki, üç ve fazlası olmuşsa, bağlanması zor oluyor. İlk ve tek kişiye bağlanan gibi bağlanmıyor. Daha önceleri aldatmışsa, ikinci, üçüncü kişiler olmuşsa, yenilerinin olma riski var. Bekarken çapkınlık yapan kadın veya erkeğin, evlenince aynı huyunu devam ettirme ihtimali var.
    Bazılarında bu aldatma hastalık şeklinde oluyor. Bazıları da farklı deneyimler peşinde. Nefsin çatısı yok ki… Biz bunu ekonomide, “ihtiyaçlar sınırsızdır” diye söyleriz. Nerede okumuştum, hatırlamıyorum, güzel bir söz vardı… Erkekler her kadını farklı zannedermiş ama birlikte olduktan sonra hissettiği duygu aynı olunca şaşkınlık yaşarmış. Erkek için de, kadın için de aynı. Nefsin çatısı yok. Aşırı gidenlerin nefsi; kendini ve karşısındakini ölüme sürükleyinceye kadar uğraşır.”
    Az önce duyduğu sözü mırıldanıyordu, ezberler gibi: ‘Bir iki olmaz, iki üç olur.’ Böyle kadınların bağlanmalarının zor olacağını az çok her erkek hisseder. Bir yerden çıkarılmış ambalaj bandının tekrar yapışmaması gibi… Birden çok erkekle birlikte olan kadınlar, bir süre sonra erkeksi bir hale dönüşüyor. Ne yüzlerinde, ne konuşmalarında, ne de vücutlarında duygusallık kalmıyor… Böyle kadınlar; kalpleri ve ruhları bozulduğu için, acımasız ve katı bir insan haline geliyor.”
    Kafeci konuşurken içeri giren Müzik Öğretmeni, kahvesini almış ve masaya gelmişti. Konuyu duyunca bir filmden bahsetti:
    “The Bridges of Madison County-Yasak İlişki filmi, bir kadının aldatma sürecini çok güzel anlatır. Bir kadın aldatıyorsa, karşısında o kadını yoldan çıkarmaya çalışan bir erkek de vardır. Kadınlar genelde böyle erkeklerden uzak durmaya çalışır. Karımıza güveniriz, ama erkeklere güvenemeyiz… Bazı erkeklerin ahlak anlayışı ve sınırı olmuyor maalesef.”

madison-bridge-fotografci-aldatma

The Bridges of Madison County-Yasak İlişki filmindeki kadının, yol tarifi soran fotoğrafçıyla 25 yıllık kocasını aldatması.

    Müzik Öğretmeni filmi anlatmaya devam ediyordu. Kafeci araya girip, onun sözünü teyit eder gibi tekrar etti:
    “Evet, öyle, karımıza güveniriz ama erkeklere güvenemeyiz.”
    Film bir kasabada geçiyor. Çocuklarını yetiştirmek* için öğretmenliği bırakıp ev hanımı olan bir kadın, kocası ve çocukları dört günlük bir tatilde iken, kocasını aldatıyor… Kadın, sadece dört günde, 25 yıllık mutlu yuvasının huzurunu bozacak bir yanlışlığa doğru adım adım ilerliyor...
    Bir dergi için kasabadaki köprülerin fotoğrafını çekmeye gelen 60 yaşlarındaki adam, 45 yaşlarındaki kadınla birlikte dört gün geçiriyor. Hayatı boyunca aradığı kadının o olduğunu ve ona aşık olduğunu düşünüyor. Ve buna kadını inandırmaya çalışıyor. Dünyanın pek çok yerini gezen ve başka kadınlarla da birlikte olan adam, onun farklı olduğunu söylüyor.
    Bir kadın, savaşmaktansa, nefsine yenik düşüp kaybetmeyi mi seçmeli? Bir anlık keyif için; aileyi, geçmişi ve geleceği mahvetmek bu kadar kolay mı? Filmdeki kadın bu bocalama sürecini yaşıyor.* Ama karşısındaki adam tam bir şeytan… Aşkla ilgili romantik sözlerle, kadının düşüncelerini zorluyor ve ruh ikizi olduklarına inandırmaya çalışıyor.
    Adam: “Ben sadece niçin fotoğraf çektiğimi düşününce, vardığım tek sonuç, yalnızca buraya gelebilmek için fotoğrafçı olmuşum gibi geliyor. Şu anda hayatım boyunca sana ulaşmak için fotoğrafçılık yapmışım gibi geliyor."
    Adam: “Bazı insanlar hayatı boyunca böyle bir şey arar ama bulamaz. Çoğu böyle birinin var olabileceğini bile düşünmez.”
    Kadın: “Bak, sen gittikten sonra ben hayatım boyunca burada oturup bana ne olduğunu düşüneceğim.... Senin Romanya'da ya da başka bir yerde, bir ev kadının mutfağında oturup, ona tüm dünyadaki arkadaşlarından söz ettiğini ve beni de o gruba katıp katmadığını düşüneceğim.”
    Kadın: “Yeni bir hayata başlamak için tüm bir hayatı yok edemem.”
    Kadın adamla birlikte gitmedi… Çok iyi olan kocasını ve çocuklarını bırakıp, ne olacağı belirsiz bir maceraya doğru kendini atmadı. Eğer gitseydi, içindeki tuhaf duygunun bir süre sonra geçeceğini, geriye dağılmış bir aile, yalnız kalmış çocuklar ve ihanete uğramış iyi bir adam bırakacağını çok iyi biliyordu. Kasabadaki herkesin onun hakkında kötü şeyler konuşacağını da…
    Kafeci:
    “Her kadın veya erkeğin karşısına, daha çekici bulduğu, daha çok sevebileceği veya yeniden aşık olabileceği birisi çıkabilir. Belki birden çok kez çıkabilir. Evlendikten sonra da çıkabilir. ‘Tüh, keşke biraz daha bekleseydim’ mi diyeceğiz? Veya elimizdekini kenara mı iteceğiz? Hayır… Daha iyilerin sonu gelmez… Sıradan bir ilgiyi veya arzuyu abartıp “ruh ikizi” haline dönüştürmek çok saçma… Bu filmdeki adamın ve kadının yaptığı hata da budur. Kısa süre sonra bitecek bir aşk için, yıllardır emek çekilmiş bir yuvayı yıkmak akıl karı değildir."
    Kafede çalışan eleman, filmdeki kadın hakkında gülerek bir yorumda bulundu:
    “Bir kadın aldatacak ahlaktaysa, ev hanımı da olsa yine aldatıyor… ”
    Kitapçı Kadın, az önce kafeye gelmişti ve onların yanına gittiğinde film hakkında konuşuyorlardı. Ben böyle bir kadın biliyorum dedi ve anlatmaya başladı:
    “Zayıf, kendini beğenmiş, herkesle samimi olmayan, buz gibi, kibirli biriydi. Kendini farklı görürdü. Başkalarını hakir görüp aşağıladığı bile olmuştur. Okul zamanlarından beri biliyorum onu. Çok arkadaşı yoktu, seçici davranırdı. Birini sevse bile söylemezdi, duygularını belli etmezdi. Kendi konuşurken karşısındakinin anlattıklarını pek önemsemez, dinlemez, umursamaz bir hali vardı. Yalnızlığı seven, geçimsiz, aksi, huysuz, tuhaf biriydi. Kimseye güvenemezdi. Sahte bir ilgi ve şefkat akardı yüzünden. Konuşurken rahat yalan söylerdi. Yalanla doğruyu ayırt etme yeteneği ölmüştü. Yalanı doğru gibi söyler ve inandırırdı.
    Nasıl olduysa bir adama alıştı… Onu sevdi ve 24 yaşlarında evlendi. Ama çocukları olmadı. Büyük ihtimal onun kendine özgü tutumlarından kaynaklı… 30 yaşlarına geldiğinde, başka bir adam dikkatini çekti ve kocasına olan ilgisi zayıfladı. Her şey adamı merak edip, küçük küçük bilgilerle onu aklına yerleştirmekle başladı. Tüm ilişkilerin başlangıcında ve devamında yaşanan romantik şeyler genelde aynıdır. Bunda da öyle oldu.
    Hep şunu düşündüm… Kadın, yeni birine ilgi duyduğu için mi kocasından soğur, yoksa kocasından soğuduğu için mi yeni birine ilgi duyar? Bence ilki… O da zamanla adamı kafaya taktı, hırs yaptı. Adam kaçtıkça o kovaladı. Belki bu yüzden kuruntu gibi aşık oldu. Adam karşısında iken sıradan biriydi. Kaybolduğunda, hayalinde olağanüstü birine dönüşüyordu. Kocası ile onu kıyaslıyor, kıyasladıkça kocasından daha da soğuyordu. Kocası, bu kötülüğü hak etmeyecek kadar iyi bir insandı. Çapkın biri için, kocasının onurunu kırdığını düşünemiyordu. Kocası ondaki bu değişikliği anlayamıyor, o da anlatmıyordu. Kocasına karşı bir yabancı gibi, buz gibi davranıyordu. Yine de ona çektirdiği acı sebebiyle az da olsa vicdan azabı duyuyordu.
    Aşık olduğu adam da onun bu garip haline şaşırmış, onu anlamakta zorlanıyordu. Duygularında, düşüncelerinde bir belirsizlik görüyor, ne zaman ne yapacağını kestiremiyordu. Kadın, utanma ile korku arasındaki bir duygu ile adama dokunmaktan, yaklaşmaktan çekiniyordu. Eğer cinsellik yaşanırsa, o adamın gideceğini ve içindeki aşkın biteceğini çok iyi biliyordu. Benim anladığım kadarıyla, o her şeyi kafasında büyütmüş, hayalinde yaşıyordu...
    Adam yakışıklı değildi ama çapkın biriydi. Kadının peşinde çapkınlık yapmak için koşuyordu, sevdiği için değil... Kadın ise, kendini sevdirmek için çabalıyordu. Aslında aşk, bazen böyle bir anlama bürünüyor. Birinin sevgisini kazanmak için çabalama… Yaptığımız bu değil mi? Gerçekten birine aşık olan kişinin çabaları bu değil mi? Kendini ona sevdirmek…
    Adamda özgüven var, kadında gurur. İkisi de duygularını tam belli etmiyor. Kadındaki gurur daha çok. Kalbini açmıyor, duygularını belli etmiyor. Aşkı körükleyen şüphe ve belirsizlik onlarda da vardı. Ara sıra adam kaybolunca, tam bir bağımlılık oluştu. Ama erkekler bu kadar belirsizliğe ve karışıklığa uzun süre katlanamıyor. Anlayamadıkları ve çözemedikleri kadınların peşinde koşmayı daha çok severler ama bunun da bir sınırı var.
    Kadın, boşandığında içine düşeceği boşluktan ve yalnızlık duygusundan korkuyordu. Tüm sıkıntılar bitiverecekmiş gibi geliyordu ama aynı zamanda kendini bir belirsizlik, boşluk ve yalnızlık duygusu içinde bulacağını da hissediyordu. Boşandıktan sonra, aşık olduğu adam onunla evlenmedi tabi. Neden evlensin? Bir erkek için yuvayı dağıtan kadın, yarın başka bir erkek için de kendi yuvasını dağıtabilirdi. Çok bekledi adamın risk almasını, sorumluluk almasını falan ama adam kendi yoluna gitti.
    Bazı kadınlar kendisi için mücadele edilmesini, fedakarlıklar yapılmasını ister. Hem kendi, hem de karşısındaki çaba göstermeli, uğraşmalı, acı çekmeli ve sonra kavuşmalı. Daha kötüleri; erkeklerin kendisi için kavga etmesini, hatta savaşlar çıkmasını ister. Böyle kötü ruhlu kadınlar için değmez... Boşandıktan sonraki hayatı hiç iyi gitmedi. Mutlu olacağını zannediyordu, daha da mutsuz oldu. Birkaç kişiyle daha samimi oldu ama şüpheci, kuşkucu ve kıskanç tavırları nedeniyle ilişkisi uzun sürmedi. Ne kendine, ne karşısındakine güvenebiliyordu. Belli bir süre sonra hiçbir erkek ilgisini çekmez hale geldi...”
    Kitapçı Kadın biraz uzun anlatmıştı. Ama herkes dikkatlice dinledi. Anlattığı kadının özellikleri, her kadında az çok olabilirdi. Ama bu özelliklerin hepsini birden taşıyan kadın, her erkeğin karşısına çıkabilirdi... Müzik Öğretmeni, kadının en çok dikkat çeken bir özelliğinden bahsetti:
    “Benim dikkatimi çeken; cinselliği yaşadığında aşkın biteceğini ve erkeğin gideceğini çok iyi biliyor. Baştan sona bunun için direnmiş, mücadele etmiş. Filozof Kierkigaard, kadında bu direniş varken sevmenin daha güzel olduğunu söyler. Onun şöyle bir sözü var: ‘Bir kız kendini ilk kez tümüyle verdiği anda her şey biter.’ Bazıları bunu bilmiyor, düşünemiyor.... Her şeyi yaşıyor, sonra neden birbirimizden soğuduk diye bahane arıyor. Bazıları da bunu çok iyi biliyor ve büyü bozulmasın diye cinselliği yaşamayı evlilik sonrasına bırakıyor. Bence bu çok akıllıca.”
    Kafeci:
    “Bu kadın da önce birini bulmuş, sonra kocasından soğumuş. Bir kadın, ayrılmayı kafasına koymuşsa, başka biriyle ilgileniyor olma ihtimali yüksektir. Aynı şey erkekler için de geçerli…”
    Müzik Öğretmeni:
    “Kadınlar ilgi istiyor. Bazı kadınlar kendisiyle ilgilenen biri olmasına rağmen, herkesin ona ilgi göstermesini, peşinde koşmasını istiyor. Yanındaki erkekten yeterli ilgi göremeyen veya farklı kişilerin ilgisine aldanan kadınlar, adım adım üzücü olayların içine doğru sürükleniyor. Ahlakı gelişmemiş bazı erkekler de, ilgi meraklısı bu tip kadınların peşinde koşuyor. Böyle çok var. Sonra çocuklar ortada kalıyor… Bazen çıkan olaylarda, kadının hayatı da gidiyor, karşısındaki adamın hayatı da… Bir kadın; iki üç kişinin birden hayatını mahvedebiliyor. İnsan, tüm bunların ne için olduğunu düşündüğünde, anlamakta zorlanıyor… Sanırım her şey, bir virüs gibi, yabancı birini insanın aklına yerleşmesiyle başlıyor. Çaresi; ya hiç virüs bulaştırmamak, ya da bulaştığı anda iyice yayılmadan uzaklaştırmak…”
    Kafede çalışan eleman:
    “Kadın evliyse ve kocasını aldatıyorsa daha tehlikeli. Bir süre sonra kadın, yeni bulduğu adamdan da sıkılıyor ve bırakmak istiyor. Eninde sonunda ondan da bıkacak, belli zaten. Sonra adam devam etmek istiyor, peşinde koşuyor. Bu defa kadın kocasını veya adli yöntemleri devreye sokuyor. Yıl, yer, kişiler değişir ama bu tip olaylar bitmez… Her gün haberlerde değişik versiyonları ile karşılaşırız. Böyle nice işadamları, profesörler, makam mevki sahipleri yok olup gitmiştir…”
    Müzik Öğretmeni:
    “Evet, yasak aşk yaşadığı kadın tarafından mağdur edilen erkekler olabiliyor. Kadın, yasak aşk yaşadığı erkekten bir süre sonra bıkıyor, yeni ve farklı erkeklere yöneliyor. Ama eski erkek peşini bırakmayınca, devam etmek isteyince, kadın korkunç planlarını devreye sokuyor.
    Kadınların tehlikeli olduğu bir durum daha var. Kadınlar terk edildiğinde ve kıskandığında korkunç şeyler yapabilir. Bir kadını kıskandırmayacaksın!.. Haset etmiş bir kadın çok tehlikelidir... Erkek, yeni bir kadınla birlikte olmaya başladığında, terk edilen kadın tüm düşmanlığını sergileyebiliyor. Erkeklerin çoğu bunu göremiyor, düşünemiyor… Kadınlar tarafından mağdur edilmiş erkeklerin çoğunun yaşadığı şey aslında budur… Bir erkek bunu bilmiyorsa, hayatı öğrenememiş demektir… Erkek, yeni bir kadına ilgi göstermeye başladığında, diğer kadın düşmanlığa başlayabilir. Bir erkek bunu bilmeli ve asla bu hatayı yapmamalı…”
    Kafeci:
    “Bu kadınların bir de bekar versiyonu var. Ama onlar daha az tehlikeli ve etkilenen kişi sayısı daha az oluyor. En azından ortada kalan çocuklar yok. Kadın çapkınlık peşinde ve bir erkekten ayrılıyor, diğer erkekle gezip tozmaya başlıyor. Hayatına giren erkeklerin sayısı iki, üç, dört, derken giderek artıyor. Sonra her erkek “git” deyince gitmiyor ki. Aşık olduğunu düşünen, saplantılı, takıntılı bir erkek olay çıkarabiliyor. O kadını başka biriyle görmek, erkeği çileden çıkarabiliyor.”
    Kafede çalışan eleman:
    “Intimacy-Mahremiyet filmi böyle bir olayı anlatıyordu, değil mi?”
    Müzik Öğretmeni:
    “Hayır, oradaki kadın evliydi. Gizli ilişki yaşadığı erkek ,bir süre sonra kadına aşık oldu ve peşini bırakmadı.”
    Kitapçı Kadın:
    “Aldatma kötü bir şey. Ama bir kadın aldatıyor diye şiddet uygulamak, cinayet işlemek, olay çıkarmak gerekmiyor. Erkeklerin kendisi yargılayıp cezayı vermek istiyor. Sonra kendileri suçlu duruma düşüyor.”
    Kafeci:
    “Kadınlar da sorun çıkarabiliyor. Bazen onlar da cinayet işleyebiliyor, sadece erkekler değil. Kadın sorunlu çıkıyor ve erkeğin peşini bırakmıyor. Adam evlense, çocuk sahibi olsa bile peşinden koşmaya devam ediyor. İsmini hatırlamadığım bir filmde çapkın adamın bir kuralı vardı: ‘Asla çatlak bir kadınla birlikte olma’ Sanırım adam haklı.”
    Konuşmalar bir süre daha devam etmiş, sonra masada sadece Kafeci ile kendisi kalmıştı. Az sonra Kafeci’nin babası geldi ve birlikte kafenin köşesindeki büroya geçtiler. Birer kahve daha içtiler. Yaşlı adam ara sıra kafeye gelir, büroda gazetesini okur,  yanında getirdiği veya dolapta bıraktığı kitaplar varsa onlarla ilgilenirdi. Konu “kadın” olunca, şimdiye kadar elde ettiği bilgiler ve yaşının verdiği tecrübeyle kısa bir şeyler söyledi:
    “Kadın; dünya gibidir, aldatıcıdır. Dünya, daha önce mezardakiler için dönüyordu, şimdi bizim için. Bizden sonra da başkaları için güzelliklerini sunmaya, onları sevindirmeye devam edecek. Ama biz sadece kendimiz içinmiş gibi görüyoruz. Biz gittikten sonra, başkaları için dönmeye devam edecek… Dünya kelimesinin anlamı, hiç dikkatinizi çekti mi? Kimse bilmez. Ama ilginç bir anlamı var. Araştırın… Kadın mı dünya, dünya mı kadın, anlamak zor.”
    Kafeci:
    “Amerika’da bir mezarlığın girişinde şöyle bir söz yazıyormuş: ‘Burada kendisi olmadan dünyanın olmayacağına inananlar yatıyor.’* Anlattıklarınız aklıma bu sözü getirdi. Kendisi öldükten sonra dünyanın devam edeceğini çoğu insan düşünmez. Halbuki cenaze töreninden sonra herkes kendi hayatına devam ediyor… Bunu düşünmek çok acı verici…”
    Kafeci, biraz düşündükten sonra bir benzetme yaptı:
    “Mezun olduğumuz okulu, yıllar sonra ziyaret ettiğimizde buna benzer bir duygu yaşıyoruz… Oturduğumuz sıralarda başkaları oturuyor, sınıflarda farklı öğrenciler var. Hiç tanımadığımız yeni yüzler… O sınıflar, sıralar, okulun bahçesi, artık başka öğrencilere ait. Biz oraya ait değiliz… Bir yabancı gibi geçip gidiyoruz...” 
    Kafeci’nin babası cebinden bir kağıt çıkardı ve uzun bir çizgi çizdi. Sonra onu ikiye bölen dikey kısa bir çizgi daha çizdi. Masada oturanlara gösterip konuşmaya başladı:

dunya-hayati-koordinat-kesim-noktasi

Kafeci’nin babasının, dünyadaki yaşam ile bir insanın hayatının kesişmesini anlattığı şekil.

    “Herkes hayatı şu uzun çizgi gibi görüyor. Bitmeyen ve devam eden bir yol gibi… Ama öyle değil. Bizim hayatımız şu dikey çizginin kestiği yerdir. Dünyada yaşam devam ederken, bir noktada biz kesişiyoruz ve sonra kayboluyoruz. Sadece bir noktada kesişiyoruz. Uzun geçmiş ve gelecek içinde, nokta kadar bir yer bizim hayatımız ve yaşadığımız süre. Ama dünya bizi aldatıyor. Geçmişte yaşayanları ve gelecekte yaşayacak olanları düşünüp, onların ömrünü kendi ömrümüze ekliyoruz… Eskiden beri yaşıyoruz ve gelecekte hep yaşayacakmışız gibi geliyor bize. Böyle bir yanılsama var. Aslında insanın bunu tam anlamaması da iyi oluyor, yoksa hayat çekilmezdi… Filozof Gazali, hayatı gemi yolculuğuna benzetir.  Dünyayı da bir liman gibi görür.* Biliyor musunuz o sözü, o benzetmeyi? Ben bazen hayatı otobüs yolculuğuna da benzetirim…”
    Kafeci:
    “Hayatı yaşadığımız şehirden ve ülkeden ibaret zannediyoruz. Biraz yurt dışına çıkmış olanlar, dünyadan ibaret zannediyor... “The Scale on Universe” adında evrenin büyüklüğünü anlatan bir video izlemiştim.* Evrenin ne kadar büyük olduğunu düşündüğümüzde, dünya bir hiç. Ama çok özel... Biz evreni dünyadan ibaret zannediyoruz. Kadınları düşündüğümüzde; milyarlarca kadın arasında, sadece sevdiğimiz kadını gözümüz görüyor ve onu çok özel hissediyoruz...”
    Kafeci devam etti:
    “Grafik düşündürücü… Epiktetos da hayatı gemi yolculuğuna benzetiyordu, değil mi?”*

    Kadınlar konusunda öğrendiği her yeni bilgi, daha fazla düşünmesine neden oluyordu. Aklındaki kadını anlamaya çalışmak, onu daha dikkatli bir dinleyici yapıyor, unutmamak için bazen küçük notlar alıyordu. Otobüsteki kadın, öğretmenlikten ev hanımlığına geçen kasabadaki kadın, aşk bitecek diye sevgisini belli etmeyen kadın… “Bir iki olmaz, iki üç olur” sözü, aldatan kadınlar, dünyanın anlamı, onu etkileyen önemli konulardı. Kafasındaki sorulara cevap olabilecek yeni bilgiler öğrenmenin verdiği huzurla kafeden ayrıldı.

7.Bölüm: Rüyadaki çocuk

7.Bölüm'e Geç

 
Facebook Twitter Whatsapp