9.Bölüm: Yeni birini sevmek, yeniden aşık olmak mümkün mü?
Bazen tek bir kelimenin bile, sayfalar dolusu kitaptan daha çok şey öğreteceğine inanırdı. O nedenle, kelimelerin anlamlarına önem verir, gerekli gördüklerini araştırırdı. “Kesb etmek” kelimesi de onlardan biriydi. Bu kelimeden; çok çabalasa bile, bazı şeylere gücünün yetmeyeceğini, bazı işlerin ise, az bir gayretle ilerleyebileceğini anladı.
Daha önceleri not ettiği güzel sözlerden bazılarını okudu. Okudukları arasında en çok “irade”, “tevekkül etmek”, “kabullenmek” konuları aklında kaldı. Tevekkül etmek; vesvesenin kötülüğünü ve kalp kasvetini önleyebilirdi…
“Mevla dilerse kulunun işini,
Mermere geçirir dişini.
Mevla dilemezse kulunun işini,
Muhallebi yerken kırdırır dişini.” Atasözü
“Hak tecelli ederse her işi asan eder,
Halk eder esbabını bir lahzada ihsan eder.” Mevlid’den
“Takdir-i Hüda kuvve-i bazu ile dönmez,
Bir şem’a ki Mevla yaka, üflemekle sönmez!” Ziya Paşa
Evden çıkmadan önce, Kimyacı ile telefonda bir süre bu konuyu konuştular. İnsanın, kendi iradesine aşırı güvenmesi ve her şeye gücünün yeteceğini düşünmesi, büyük bir yanılgıdan ibaretti. Kimyacı, fen konularından örnek verdi:
“Kitaplarda, atom modeli olarak gösterilen resimlerde, ortada bir çekirdek ve etrafında dönen elektronlar olur. Herkes bu görüntünün mikroskopla görüldüğünü zanneder. Hayır… 21.yüzyılın başlarındayız ama bilim ve teknolojideki gelişmeler, o resmi henüz görmemizi sağlayamadı. Küçük bir virüsün davranışlarını bile net göremiyoruz. İnsanların bilim diye yaptığı şey, Allah’ın yarattığı şeyleri çözmeye çalışmaktan ibarettir. Bunların da çoğu teori, yani zandır. İnsanların bildiği çoğu şey, zandan ibarettir.*
Yıllar önce bu konuda güzel bir yazı okumuştum.* Orada “hücre içindeki hayat” isimli bir videodan bahsediyordu. Cildimize baktığımızda, onu durgun görürüz. Detaylı incelediğimizde; en küçük hücrenin içinde bile, mahalle hayatı gibi bir hayat var. Hareketsiz duran maddelerin içindeki atomlar da, sürekli hareket halinde… İnsan bunu düşününce, yaratıcının gücünü aklına getirmeli.
Büyük şehirlerdeki gökdelenlere, gösterişli yaşantılara bakıp, insanın gücünü aşırı yüceltiyoruz. Ama insanı yaratan gücü yüceltmek aklımıza gelmiyor… Güzel bir doğa manzarası, ressamın fırçasından çıkınca, bize olağanüstü geliyor.* Aslında ressamı yaratan gücü düşünmemiz gerekmez mi? Ressamın kopya çektiği o manzarayı yaratan gücü yüceltmemiz gerekmez mi? Taşlardan yapılmış dev bir tarihi eserin mimarını yüceltiyoruz. Peki, o mimarı yaratan gücü neden yüceltmiyoruz? Bizi etkileyen güzel bir kadın gördüğümüzde, kadını abartıyoruz ama onu yaratan gücü neden düşünemiyoruz?
Herkesin bildiği yemek tuzunu, laboratuarda iki maddeyi karıştırarak ürettiğimizde, bir şey başarmış gibi gururlanırız. Düşünceyi gerçeğe dönüştürmek bizi narsistleştiriyor... Aynı tuz kayada ve denizde bolca var…
İnsan bir işi başarınca, her şeyi kendisinin yaptığını zannediyor. Kendi de gayret etmeli ama gücü veren Hz.Allah’ı aklından çıkarmamalı. Doğa ve güçlü insanlar bizi yanıltıyor… Evet, doğada gördüklerimiz ve insanların büyük işler başarması, bizi yanıltıyor… Her şeyde Allah’ın iradesini görebilmek, önemli bir yetenektir…”
Kimyacı ile telefonda konuştuktan sonra evden çıkmış, kafeye gelmişti. Kafede; Hemşire, Kitapçı Kadın ve Kafeci ile birlikte oturuyorlardı. Yeni birini sevmek, yeniden aşık olmak mümkün mü? Bu konularda sohbet ediyorlardı.
Kitapçı Kadın:
“Bazen insan kendi iradesini aradan çıkarınca, unutunca, bir şeylerle meşgul olunca, işler kendiliğinden yoluna giriverir. Beynimizi, kireç tutmuş çamaşır makinesinin rezistansı gibi, iş yapamaz hale gelinceye kadar zorlamak gereksizdir. Düşünceler de böyledir. Uzun süre bir olaya odaklanmak, bir konu üzerinde gereğinden fazla yoğunlaşmak, ayrıntıları görmekten uzaklaştırır. Konuyu değiştirmek lazım… Yeni başlangıçlar için ümitli olmak ve tetikte beklemek lazım.”
Kafeci:
“O kişinin bizim için uygun biri olmadığını anladığımızda, vazgeçmek ve yeni arayışlara başlamak gerekiyor. Çekilen acılar, kederler; başkasına ait olanı düşünmenin, hayal etmenin cezası olabilir… Ama insanın aklında biri varken, yeni birinin olabileceğini düşünmesi zor oluyor. Sanki yeni birini sevemezmiş, aşık olamazmış gibi hissediyor.”
Hemşire:
“Evet, öyle. İnsanın aklında biri olduğunda veya ayrılığın ilk aylarında, genelde böyle düşünülür. Ama sonra geçiyor bu düşünce. Yeni birini sevip aşık olduğunda, o işin öyle olmadığını anlıyor insan.”
Kafeci:
“Bir de bunun yaşla sınırlı olduğunu düşünenler var. Çoğu insan, aşk ve cinsellik konularının, belli bir yaştan sonra bittiğini zanneder. Halbuki öyle olmuyor. Yaş ilerledikçe, aşık olmak biraz zorlaşıyor, daha seçici davranıyor insan. Ama yaş ilerlese de, aşık olunabiliyor. Cinsellik de öyle. Cinsel yaşam, gençlik yıllarındaki kadar olmasa da devam ediyor.”
Konuşulanları düşündüğünde, birini unutmak, yeniden başka birini sevmek ve aşık olmak mümkündü. Ama bu nasıl olacaktı? İnsanın, aynı süreci bir daha yaşama cesaretini kendinde bulması, ona göre biraz zor görünüyordu:
“Yeni birine başlamak kolay olmuyor ki. İlgimizi çeken biri oluyor. Evli mi, nişanlı mı, sevdiği biri var mı? Önce bunu öğrenmeye çalışıyoruz. Sonra biraz konuşuyoruz, samimi bir ortam oluşmaya başlıyor. En zor kısmı, onun düşüncelerini de anlamak... O da seviyor mu, gönlü var mı? İlerisi için ne düşünüyor? Bu süreçte nazlar, tripler, küçük tartışmalar, yanlış anlaşılmalar, kısa süreli soğukluklar falan da yaşanıyor. Sonra ya her şey bitiyor, ya da güzel sonuçlanıyor. Bir de bitmeyip acı çektirenler var. İnsan bir kez bu süreçleri yaşamışsa, yoruluyor artık… Yeni bir adım atmak zor geliyor.”
Hemşire:
“Sadece ilgimizi çekmesi veya onun da bizi seviyor olması yetmiyor ki. Tanımak lazım… Huyu, karakteri nasıl? İyi biri mi? Bunu anlamak da kolay olmuyor.”
Kitapçı Kadın:
“Eskiler, bir insanı tanımak için çeşitli yöntemler kullanırmış. Beraber yolculuk yapmak, ondan alışveriş yapmak, görev verip nasıl sonuçlandırdığını incelemek gibi. Bu yöntemler, kişiliği ve karakteri hakkında önemli ipuçları verir. Bir şey emanet edip, emanete ne kadar sadık kaldığına bakmak lazım. Eğer doğru dürüst biri değilse, bu denemelerden en az birinde, bir sorun ortaya çıkacaktır. ‘Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz’ demiş atalarımız.”
Kafeci:
“Öfkelendirip, sinirli anlarında nasıl davrandığına da bakılabilir. İnsanın iç yüzü, öfkelendiğinde ortaya çıkar. Şiddete meyilli bir hali varsa, hakaretler ediyorsa, oturup bir düşünmek lazım”
Hemşire:
“Öfkelendirmeye çalışırken her şeyi berbat edebiliriz. En son öfkelendiği olayı anlatması istenebilir.”
Kitapçı Kadın:
“Hayvan sevgisi, ağaçlara ve çiçeklere karşı duyarlılığı ölçülebilir. Aşağılayıcı ve kaba davranıyorsa, ilerde aynı davranışı size de gösterebilir. Çevresine, arkadaşlarına karşı tavrı nasıl? Sinirli ve öfkeli ise, çok dikkatli olmak lazım. Ailesi de önemli bilgi verir. Otoriter, baskıcı, kavgacı, sert bir baba varsa, aile içi şiddet yaşanmışa, sorun çıkma ihtimali yüksektir.”
Hemşire:
“Anne-baba çok önemli. Çocuklarını sevgi ve ilgi içinde yetiştirmiş bir aile olması önemli. Çocuk; anne ile babanın tartıştığını gördüğünde, duyguları hasar görüyor ve bu ömür boyu etkisini gösteriyor. Çocuk, onları bir bütün olarak görmeli. Maalesef çocuklukta yaşanan aile içi sorunlar, çocuklar büyüyüp hayata atılmaya başladığında, geçmişten gelen o tahribat, etkisini daha çok göstermeye başlıyor... Çevresi ile olan iletişimine, işine, arkadaş seçimine, aile kurmasına, her şeyine yansıyor.”
Kafeci:
“Ailesi önemli bilgi verir ama kişinin kendini iyi yetiştirip geliştirmesi de önemli. Karakteri sağlam olmalı. Bir insan, evliliğe çıkar ilişkisi gözüyle bakıyorsa, yani her şeyi madde üzerinden değerlendiriyorsa, iyi düşünmek lazım. Eğer bir kadın; daha ilk tanışmada, ne kadar altın olacak, ev var mı, araba var mı, maaşı ne kadar diye soruyorsa, dikkatli olmalı. Duygusal olarak yaşayacağı bir şey kalmamış kişiler, evliliğe daha çok maddi çıkar amacıyla bakar... Duygu yoksa, onları maddi menfaat bir arada tutuyorsa, sorun çıkma ihtimali yüksektir. Şükür duygusu olmayan, sürekli kıyas yapan insanlarla mutlu olmak zor. Kıyas çok önemli. Çok kıyas yapıyorsa, bu konuşmalarında bile belli olur. Kafasının mantık tarafını çok çalıştıran, ama duygu tarafını kullanmayan insanlarda, bir sorun çıkma ihtimali yüksektir.”
Konuşulanları dinledikçe, yeni biri için adım atmak ve yeni birini sevmeye başlamak kolay olmuyor diye düşündü:
“Karşımızdaki insanı anlamak çok zor. Çoğu kişi rastgele evlilik yapıyor. Bunun bir testi veya sınavı da yok. Aslında bir evlilik kursu verilmeli ve eğitimi başarı ile tamamlayanlar evlenebilmeli.”
Kitapçı Kadın:
“Şirketler işe eleman alırken, devlet memur seçerken, sınav yapıyor. Aslında aile ve çocuklar düşünüldüğünde; insanın geriye kalan tüm hayatını etkileyen evlilik konusunda, rastgele ve özensizce hareket edilmesi çok tuhaf... Yaklaşık 50 yıl birlikte yaşayacağımız insanı seçerken, romantik geçen bir haftanın sonunda karar vermek, ne kadar doğru olabilir? Sanırım geleceği düşünemediğimizden oluyor. İleriyi göremiyoruz... Bunun ne kadar ciddi bir konu olduğu, bize öğretilmemiş olabilir.”
Hemşire:
“Belki hislerimiz, onun doğru kişi olduğunu bize söylüyordur. Hislerimize güvenip adım atıyor olabiliriz. Hayalimizde çizdiğimiz profile ulaşmak, kafamızda oluşturduğumuz soruların hepsine istediğimiz cevabı almak, zaten mümkün değil. Basit birkaç eksikliğe katlanmak gerekiyor. Mükemmeli bekleyeceğim derken evde kalanlar çok oluyor.”
Kafeci:
“Tam olarak ne istediğimize karar verebilirsek, istediğimiz gibi biri karşımıza çıkabilir. ‘Dualarınıza dikkat edin, gerçekleşebilir’ sözünü bilirsiniz. Ama gerçekten ne istediğimizden emin olmalıyız. Hatta bu konuda karşımıza ara ara seçenekler çıkar ve bizim gerçekten o özellikleri isteyip istemediğimiz test edilir. Aradığımız özelliği beklerken, ne kadar sabredebiliyoruz? Örneğin, 'iyi huylu' olmasını istiyoruz. Gerçekten bunu isteğimizden emin miyiz, kararlı mıyız? Bu test edilir. Elbette sadece istemek ve beklemek yetmiyor. Biz, o istediğimiz kişiye layık biri miyiz? Yoksa, karşımıza çıkan kişileri kırıp döken acımasız biri miyiz? Bunlar da önemli…”
Kafeci, anlattıklarını basit bir zeka sorusuyla açıklamaya çalıştı. Telefonundan bir zeka sorusu buldu ve masadakilere gösterdi.
Kafeci’nin gösterdiği zeka sorusu.
Sonra bir kağıt alıp bu soruya benzer bir şeyler yazdı.
Yakışıklı + İyi huylu değil + Parası çok = ?
Yakışıklı değil + İyi huylu + Parası çok = ?
Yakışıklı + İyi Huylu + Parası az = ?
Yakışıklı + İyi Huylu + Parası çok = ?
Örneğin; yakışıklı + iyi huylu + parası çok birisini arıyoruz. İlk üç seçenek ile; o eksik olan özelliği, gerçekten arayıp aramadığımız test ediliyor. 'İyi huylu' olması, bizim gerçekten çok istediğimiz bir şey değil ise, ilk seçeneğe razı oluyoruz. Ama buna gerçekten çok önem veren biri, bu seçeneği eler ve yenilerini bekler. Karşımıza çıkan son seçenek ise, bizi aradığımız sonuca götürüyor. Bunu üç kriterle oluşturduk. Kriterler ve sayısı değişebilir.
Kitapçı Kadın:
“Çok kriter oluşturup bekleyenler evde kalabiliyor… Herkes istediği gibi birini bulamıyor ki.”
Kefeci:
“Herkesin karşısına çıkan kişi, az çok kendi gibi biri oluyor. Önemli olan; işaretlere dikkat edip, karşımıza çıkan fırsatların peşinden gitmektir…”
Kafede konuştukları konuyu, günlerce düşündü. Yeni birini sevmek ve yeniden aşık olmak mümkün mü? Karşımıza çıkan kişinin, iyi biri olup olmadığını nasıl anlayacağız? Karşımıza yeni biri çıkar mı? Etrafımızda bizim göremediğimiz iyi biri var mı? Hayatını etkileyecek bu konu hakkında kafa yoruyor ve artık bir şeyler yapması gerektiğini düşünüyordu.
Aklındaki kadını unutmaya niyet ettiği günleri düşündüğünde, yaklaşık üç ayın geride kaldığını anladı. Üç ayın sonunda; eskisi kadar onu düşünmüyor, merak etmiyor, kalbinde bir acı hissetmiyordu. En son iki ay önce doğum gününde bir mesaj atmıştı. Zaten aralarındaki iletişim seyrek ve çok azdı. O mesajdan sonra, yeniden iletişim kurmadılar. Zaman geçtikçe, onu daha az hatırlıyordu. Yeni birini sevebileceğine inanıyor, kendini buna hazır hissediyor ve yeni bir başlangıç için tetikte bekliyordu.